Bizim Festivallerimizi Kibir Bitirdi


İzmir Uluslararası Kadın Yönetmenler Film Festivali’nin Kurucusu Gülten Taranç ile Söyleşi

Röportaj: Çiğdem Vitrinel

Gülten Taranç sadece bir festival direktörü değil; aynı zamanda sinemacı. Yönetmenliğini ve yapımcılığını yaptığı pek çok kısa ve uzun metraj filmi var. Sektörün her alanını bilen biri. Kendisiyle festival düzenlemenin ahlaki yükünden sinema piyasasındaki rant mekanizmalarına, sansürle mücadeleden film yapma süreçlerindeki kişisel duruşuna kadar pek çok şeyi konuştuk.

Festivalin görevi sadece “iyi film” göstermek değil, kimi görünür kıldığıyla da ilgilidir.

ÇV: Gülten, bu röportajı önemsiyorum çünkü sen sadece bir festival direktörü değilsin, aynı zamanda film yönetmenisin. Sinemacılar bu yapıların içinde yer aldığında sektör için daha faydalı sonuçları oluyor. Şu soruyla başlayayım: Kadın Yönetmenler Festivali’ni düzenleme fikri nasıl doğdu?

GT: Bu festival ihtiyaçtan doğmuş bir yapı. Türkiye’de kadın temalı film festivalleri vardı elbette; Uçan Süpürge gibi çok önemli bir örnek var mesela. Ama bizim yaptığımız şey biraz daha farklı. “Kadın Yönetmenler”e odaklanan, onların üretimlerini merkezine alan, filmin hikâyesinden önce yönetmeninin varlığını önemseyen bir yapı kurduk. Türkiye’de bu formatı ilk biz uyguladık diyebilirim.

ÇV: Uçan Süpürge Film festivali ile aranızdaki farkı tam anlayamadım. Biraz daha açar mısın?

GT: Bu festivali, kamera arkasında gerçekten üretim yapan insanlar olarak kurduk. Diğer festivallerde gördüğümüz eksikleri burada tamamlamaya çalıştık. Örneğin katalogda önce yönetmenin biyografisi yer alır. Oyuncular yerine yönetmenleri davet ederiz. Çünkü buluşmamız gereken asıl yer orası. Belediyelere festival sunarken oyuncu listesi değil, yönetmen listesi sunuyoruz. İlk başta kimse anlamıyor ne yaptığımızı. Ama sonra farkı görüyorlar.

ÇV: Çoğu festival bu yüzden popülist gözüküyor. Senin kurduğun yapıysa bunun tam karşısında duruyor gibi.

GT: Kesinlikle. Biz sekiz yıldır bu işi yapıyoruz. Üçüncü yılımızda İdlib’de yaşanan olaylar vardı, 40 şehit verilmişti. Bize verdikleri bütün bilboardları iptal ettiler ve buralara “Yastayız” yazıldı. Festivali yapmak için ısrar ettik. Çünkü bunun bir eğlence olmadığını, bunun aslında bir tarafının da sosyal sorumluluk projesi olduğunu ifade ettik. Dördüncü yıl pandemi geldi, çevrim içi platform kurduk. Beşinci yıl Ukrayna-Rusya Savaşı’na denk geldik. Yine imza topladık, festival yapılsın diye belediyeye götürdük. 6. yıl, biz 6 Mart’ta başlayacaktık. 6 Şubat’ta deprem oldu. Kahramanmaraşlı, Adanalı öğrencileri çalıştırdık festivalde kafaları dağılsın diye. 7. yılda yerel seçimlere denk geldik. 31 Mart’ta olacaktı yerel seçimler, biz mart başı yaptık. 8. yılda da gördüğünüz üzere bir adaletsizlik durumu söz konusu (19 martta Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla başlayan CHP operasyonlarından söz ediyor). Geçen gün bir mekandan bir mekana giderken burada işçi grevleri, boykotları vardı, onların arasında kaldık. Her sene bir kriz vardı kısacası ama biz hep devam ettik. Çünkü bu festival sadece bir etkinlik değil, yaşayan bir organizma. Biz festivali “olduğu için yapan” biri değiliz. Her sene biter bitmez bir sonrakinin tarihi ve sloganı belirlenir. Burası sadece festival zamanı değil, yıl boyunca yaşayan bir yapı.

ÇV: Peki biraz da seçki mantığını sorayım.

GT: 35 dünya prömiyeri, 57 Türkiye prömiyeri yapıyoruz bu yıl. Bu 35 tanesinin, atıyorum 33 tanesi falan dünyada gösterilmemiş uluslararası filmler. 2 tanesi mesela Türkiye’de girecek yer bulamamış. Hiçbir festival suratına bakmamış. Biz hemen alıyoruz onu. Seçkinin içinde. Onu da lanse ediyoruz.

ÇV: Yani görünürlüğü olmayan üretimlere görünürlük alanı açıyorsunuz.

GT: Tam olarak öyle. Festivalin görevi sadece “iyi film” göstermek değil, kimi görünür kıldığıyla da ilgilidir. O yüzden bu türden filmler için yüzde onluk bir alan ayırıyoruz.

ÇV: Biraz daha açar mısın bu %10’luk alan meselesini.

GT: Yüzde onluk alan, başka festivallerde görünürlük bulamamış ama potansiyel taşıyan filmlere açılıyor. Bazen gelen 100 filmden biri olur bu. Ama ben o bir filmi alırım. Çünkü film çöp değil, sadece imkan bulamamış. Ben de ilk üç filmimde hiçbir festivale kabul edilmedim. Yedinci filmimde ödül aldım, dokuzuncuda birincilik. O yüzden bu desteğin ne kadar önemli olduğunu biliyorum.

ÇV: Film seçerken kriterleriniz neler? Yani, kime göre neye göre seçiliyor?

GT: Kriterleri biz koyuyoruz ama bu tamamen kişisel beğeni değil. Filmlerin içindeki potansiyele, dürüstlüğe, emeğe bakıyoruz. Eğer bir film parasızlıktan eksik kaldıysa ama fikri güçlü ve özgünse, ona alan açmak zorundayız. Bu festival, sadece benim ideolojik alanım değil. Benim gibi düşünmeyenlerin filmleri de seçkiye girdi. Kişisel kırgınlıklarım olan insanlar bile buraya geldi, ben de selam verdim. Çünkü festival, tarafsız bölge olmalı. Türkiye’deki meseleyi şöyle görüyorum. Bizim festivallerimizi egolar bitirdi. Bizim festivallerimizi kibir bitirdi. Bizim festivallerimizi samimiyetsizlik bitirdi. O yenen açılış yemekleri bitirdi. O yenen kokteyller bitirdi. Böyle görüyorum.

ÇV: Sence Türkiye’deki festivaller neden bu kadar kırılgan?

GT: Belediyelerin doğrudan kontrolünde olan festivallerde bu çok görünür. Antalya örneği ortada. Destek çekildiği anda festival biter hâle geldi.

ÇV: Peki bu iş başka nasıl yapılabilir? Bağımsız bir festival mümkün mü gerçekten?

GT: Bu sadece Türkiye’nin değil, dünyanın sorunu. Her yerde iktidarlar var, her yerde sözün hoş karşılanmadığı dönemler yaşanıyor. O yüzden biz festivali mümkün olduğunca bağımsız yapmaya çalışıyoruz. Kültür Bakanlığı desteği bütçemizin sadece %10’unu karşılıyor. O da her yıl festivalden bir ay sonra geliyor. Avrupa Birliği desteğimiz bu yıl sona erdi. Ama buna rağmen yaptık. Çünkü öğrendik ki: Şehirdeki özel sektör dinamiklerini tanıyorsan, sponsor bulabiliyorsan festival yapılabiliyor.

ÇV: Yerelde nasıl destekler aldınız?

GT: Mesela İzmir’den Megapol bu yıl kültür merkezine dönüştü. Selim Gökdemir’in kafasında sanatla ilgili bir alan açmak vardı, biz de ona uyduk. İzmir’deki Türk Tuborg A.Ş’den destek aldık. Tuborg değil izmir’in Tuborg fabrikasından. Salonları, konaklamayı belediyeden sağladık. Önemli olan o şehirde yaşayan insanların kim olduğunu, neye destek vereceğini öğrenmek.

ÇV: Türkiye’de 70’i aşkın film festivali var. Bu kadar festival neden var sence?

GT: Açık konuşayım: Rant. Bazı festivaller gidip Cannes Film Festivali’nden hazır film paketleri alıyor. Türk filmlerine para bile vermiyorlar. Gösterişli açılışlar, abartılı belediye destekleri… Orada mutlaka bir şey kaçıyordur. Çok belli.

ÇV: Biraz özel bir soru olacak ama sen bu işten ne kazanıyorsun?

GT: Aylık sigortamı, dernek masraflarımı ve asgari ücret kadar bir para. O kadar. Para için yapsaydım başka işler yapardım. Ama ben 10. yılına ulaşacak bir yapı kurmak istiyorum. Direndiğim şey bu.

ÇV: Bunca emeğin maddi karşılığı bu kadar mı cidden?

GT: Bu kadar işte… Yani bir garson olsaydım da aşağı yukarı aynı parayı alacaktım. Ama direniyorum. 10. yıla ulaşmayı bekliyorum. Daha büyük katkılar almayı istiyorum ama ranttan uzak durmayı da hedefliyorum.

ÇV: Beni bu festivallerle ilgili ne rahatsız ediyor biliyor musun daha doğrusu genel olarak sanat dünyasıyla ilgili… para konularının bu kadar üstünün örtülmesi. Bu durumun sadece sanata hizmet, şehre hizmet diye süslenmesi can sıkıcı. Seyircinin bilmesi ya da ilgilenmesi gereken şeyler değil bunlar. Ama sektörün kendi içinde de lüzumsuz bir romantizm, olmayacak beklentiler var. Mesela kültür bakanlığı fonlarına, belediyelere göbekten bağlı bir organizasyon yapısından bağımsızlık ya da ilkeli duruş beklemek…

Mesela en son “Kanun Hükmünde” filmiyle Antalya’da yaşananlar. Bakanlık bir belgeselin gösterilmesini istemedi. Ortalık darma duman oldu.

GT: Evet sektör beceremedi bununla baş etmeyi. Ben gidip özellikle bakanlıkla ve Antalya ekibiyle konuştum. İleride başıma gelirse ben ne yaparım diye. Kimse o noktada şunu düşünmedi. Bu filmi çeken kişi dışarıdaysa o filmi gösteren kişi içeri alınmazdı. Antalya’daki olay ne oldu biliyor musun? O gün ben o toplantıdaydım. Bu festivali yapabilecek var mı diye sordular. Elimi kaldırmadım. Çünkü gene belediyenin bünyesinde olacak olması beni rahatsız etti. Daha bağımsız bir şey yapılabilirdi.

ÇV: Evet ilginç bir meseleydi o. Sanki festival yöneticileri daha şeffaf olabilse daha rahat başa çıkardı diye düşünüyorum. Bir yargı süreci var diye “kanun hükmünde” belgeselini göstermek istemediler. Sonra belgeselin yönetmeninden öğrendik ki evet bir yargı süreci olmuş çekim aşamasında ama AYM belgeseli ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmiş. Hatta filmin yapımcısına tazminat ödenmiş. Festival yönetimi neden bunları açıklamadı ve bakanlıktan gelen baskıya başlangıçta hiç direnmedi ilginç. Yönetmenler ve jüri geri çekilince tekrar aldılar belgeseli. Ama o zamanda bakanlık desteğini geri çekti.

GT: Bir festival, sadece yerel yönetimlerin değil diğer sponsorların ve destekçilerin katkılarıyla yapılabilir. İnsanlar bence Öğrenilmiş çaresizlik yaşıyorlar. Mesela bizim bu sene 8. yılda Avrupa Birliği desteğimiz bitti. Kotamızı doldurduk. Avrupa Delegasyonu da kabul etmedi. Dördüncü ayaktan bir tanesi kırılmış oldu. Avrupa Birliği gibi ya da yurt dışı fonları gibi. Hani mesela bu Goethe-Institut, Fransız Kültür bunlar aslında hani Avrupa destekli fonlar veriyorlar ya. Biz sadece oradan örneğin iki konuğun karşılanmasını aldık.

ÇV: Çok büyük paralar değil yani.

GT: Evet, evet. Ya parayı biz görmüyoruz zaten. Sadece onlar karşılıyor. Bizim elimizde sadece özel sektör kaldı. Diğer ayak Kültür Bakanlığı. Kültür Bakanlığı bizi bir ay sonra destekliyor. Kadın festivali olduğumuz için desteklemek zorunda olduklarından sembolik bir destekle destekliyorlar.

ÇV: Adana Film Festivali örneğini vermiştin. Bu tür büyük festivallerde işler nasıl işliyor sence?

GT: İki yıl önce Adana’daydık. Bir sempozyum için. Festival direktörü çıktı, “60 milyon bütçemiz var ama uluslararası festival değiliz” dedi. Çünkü uluslararası yarışmayı kaldırmışlar. Seçki var ama yarışma yok. Bu da aslında bir sansür biçimi. Yarışma olursa ön jüriye müdahale edemezler ama seçki yaparsan kimin filmini gösterip kimin göstermeyeceğine kendin karar verirsin. Ankara da aynı şeyi yaptı. Uluslararası yarışmalarını kaldırdılar. Biz zaten Türkiye’nin ikinci en büyük uluslararası festivali çıktığımızda bu yüzden çıktık. Biz uluslararası yarışmalarımızı kaldırmadık. Çünkü bizde bir altı yedi kişilik ön jüri oluyor.

ÇV: Bu kadar büyük ve köklü  festivaller varken daha sekizinci yılında bir festivalin bu alanda ikinci olması ilginç cidden.

GT: Antalya o yıl yapılmadığı için biz ikinci sıraya çıktık.

ÇV: Kim yapıyor bu araştırmaları? Bu listeleri kim açıklıyor, kriterler ne merak ettim.

GT: Bu işi Türkiye’de Hayri Çölaşan yapıyor. Yıllardır yapıyor. Yıl içinde çekilen filmlerin sayısını, ödül aldığı yerleri, jürileri… Hem de festival raporu tutuyor. Hayri Çölaşan eski TRT’ci. TRT’den emekli oluyor. sonra bu işlere vakfediyor kendini.

ÇV: Biliyorum Hayri Çölaşan’ı. Web sayfası var hatta. İnanılmaz bir iş yapıyor.

GT: Ama sonra birileri itiraz edince o listeden çıkardılar. Ertesi yıl uluslararası festivaller listesinden çıkarıp kadın filmleri listesine aldı. Orada birinci olduk ama mesele kaçıncı olduğun değil tabi.

ÇV: Birileri rahatsız olmuştur. Ben Adana, Ankara ya da daha köklü bir festivalin yöneticisi olsam sinir olurdum açıkçası. Hem çok yeni bir festivalsiniz hem kadın yönetmenler gibi seçkiyi daraltan bir alanda çalışıyorsunuz.  Gerçi Uçan Süpürge var. onu geçmiş olmanız da ilginç. o da artık 30 yıllık bir festival sonuçta. Bu senin başarın elbette ama diğerlerinin vizyonu ile ilgili bir şey de gösteriyor.  Sordun mu Hayri Bey’e sebebini? Hangi kriterleri yerine getirdiğiniz için o listenin tepesine çıktınız ve sonra neden çıkarıldınız?

GT: Telefon açtım evet. Ama şimdi burada çok da konuşmak, isim vermek istemiyorum. Ama bu şu açıdan önemliydi. Sektörel olarak genç bir ekip köklü festivallerin yanında iyi iş çıkarabildi. Sonra diyorlar ki gençler neden iş yapmıyor? Ben buna tepkiliyim. İş yapmanızı zorlaştırıyorlar. Yoksa o listeden yirminci de çıksan farketmez. Ama bizim uluslararası kategoride olmamız gerekiyor çünkü biz 8 kategoride yarışma yapıyoruz. Diğerlerinde yarışma yok.

ÇV: Muhtemelen kadın filmleri festivali olarak bunu başarmanızdan hoşlanmamışlardır.

GT: Bu mazeretler arasında var doğru. Erkekler giremezse uluslararası listeye almayacaklarını söylediler. Bu yüzden biz dokuzuncu bölümü ekledik festivale. “Erkekler için feminist bakış açısı”nı açtık. Yani bir ana karakteri kadın olan, yaratıcı ekibinde kadın olan -senarist olabilir, yapımcı olabilir-,  yönetmenin kadın olmadığı filmleri de almaya başladık.

ÇV: Biraz metazori olmuş sizin için ama bence gayet hayırlı olmuş. Erkekleri bu yapılara dahil etmenin önemli olduğunu düşünüyorum. neyse… konuyu dağıtmıyım.

GT: Biz uzun metrajda her iki kategoride de yanı ulusal ve uluslararası yarışma açıyoruz. Belgesel ve kısa filmde  de aynı şekilde ulusal ve uluslararası bölümlerimiz var. Festivallerin kataloglarını yan yana koyduğunda görüyorsun. Biz bu sene 122 tane film gösterdik.

ÇV: Gösterim sayısı da etkiliyor o zaman.

GT: Ve jüri. Biz de her kategorinin ayrı jürisi var mesela. Bunlar belirleyici kriterler. ayrıca bizim 8 tane uluslararası festival partnerimiz var.

ÇV: Diğerleri yerel kalıyor o zaman. Ulusal filmlere, ulusal film yarışmalarına  ağırlık vermelerinde bi sıkıntı yok elbette ama benim anladığım Türk filmlerini yurt dışına taşıyacak bir pazar da  yaratamıyorlar.

GT: Biz mesela bu sene bizde yarışan 15 filmi İran’a yolladık. içlerinde ödül alan oldu. iki tanesini Sırbistan’a yolladık. Ulusal filmleri uluslararası platformlara koyuyoruz. benim elimde Adana’nın Antalya’nın gücü olsa birçok uluslararası festivalle bağlantıya geçerdim.

ÇV: Bir tek İstanbul Film Festivali iyi bu konuda. Benim bildiğim kadarıyla FIAPF’ın (International Federation of Film Producers Associations / Uluslararası Film Yapımcıları Birliği Federasyonu ) akredite ettiği Türkiye’deki iki festivalden biri. Diğeri de Antalya.

GT: Önümüzdeki yıl bizim festivalin bir ayağı Berlin’de olacak.

ÇV: İzmir ve Berlin’de düzenleyeceksiniz. Festival büyüyor. Sevindirici gelişmeler. peki bir de şunu merak ediyorum. Biraz konuyu da değiştirmiş olayım hem. Sen film de yapıyorsun; bu süreç film üretimini etkiledi mi? Festival organize etmek, film seçim süreçlerini yakından görmek. Burası da bir pazar sonuçta.

GT: Etkilemedi diyemem. Ama ben yeni belgeselimi yaptım, festivalleri bildiğim halde yine 20 yerden elendim. Biliyorum aslında, bir cümle koysam alacaklar belki. Ama koymadım. Çünkü benim bir duruşum var. Para kazanmak için ya da ödül almak için inandığım şeyi değiştirmem.

ÇV: Peki hiç ahlaki olarak çeliştiğin bir şey yaşadın mı bu süreçte?

GT: Sponsorluk görüşmesine gittiğimde kendi düşüncemden çok farklı bir yapıyla karşılaşıyorum bazen. Ama dürüstçe söylüyorum: “Bakın ben böyle düşünüyorum, biz böyle bir iş yapıyoruz.” Yine de destek veriyorlar. Dürüstlükle çözmeye çalışıyorum ama tabii zorlandığım yerler oldu.

ÇV: Ne gibi?

GT: Oryantalist bir film geliyor mesela. Hiç sevmiyorum. Ama jüri ödül veriyor. Orada çelişiyorum. Sonra bazı insanlar festivale saldırabiliyor. Bunu yapanlardan bazıları yıllarca birlikte çalıştığım ekip arkadaşlarımdı. Kaprisli yönetmenler, emeğe kıymet vermeyen insanlar oluyor… Bazen düşünüyorum: “Ben niye bu kadar açtım kendimi? Neden her düşünceye alan yaratmaya çalıştım?” Böyle zamanlarda çatışıyorum kendimle.

ÇV: Yönetmenlerden pek hoşlanmıyorsun gibi geldi.  Sinemacılarla ilişkilerin nasıl etkilendi bu süreçten?

GT: Mesafelendim. Samimiyet sınırlarını çizdim. Çünkü “kanka” diye festivale almak istemiyorum. Çok yakın arkadaşlarımın filmleri alınmadı mesela. Küstüler. Ama benim tek başıma karar verdiğim bir sistem değil bu. İki aşamalı bir ön jüri süreci var. Başvuran filmlerin %20’si alınıyor ön değerlendirmeyle, belli notlarla seçiliyor.

ÇV: Bu işteki başarının asıl kaynağı nedir sence?

GT: İnsanlarla olan iletişim, samimiyet, dürüstlük. Bunlar varsa, o iş zaten akar. Kurum olur, kişi olur, direktör olur… Hiç fark etmez. Bu değerleri koruyorsa işler yoluna giriyor.

ÇV: Peki Türkiye’de bu işi hakkıyla yapan bir festival var mı?

GT: Maalesef yok.

ÇV: Dünyada var mı sence?

GT: Küçük Balkan festivallerinin hepsi. Gittiğinde burayla aynı sıcaklığı, aynı ortamı hissedersin. Çünkü ben onları örnek aldım. İnsanları bir araya getirmeyi önemsiyorlar. Zaten biz de ekip olarak Balkan göçmenlerinden oluşuyoruz. İçeri gir, biri Bulgar göçmeni, biri Yunanistan, biri Arnavut… Böyle bir kültürel yapımız var. O yüzden Sırbistan’da başlayan bir festivale davet edildik, çok da mutlu olduk.

ÇV: Festivalin bir parçası mı olacaksınız orada?

GT: Evet. Orada bu yılın filmlerinden gösterdik, bir panel gerçekleştirdik.

ÇV: Balkan festivalleriyle kurduğun bu bağı nasıl tarif edersin?

GT: Sıcaklık. Samimiyet. Egolardan uzak bir ortam. İnsanlar iç içe. Burada da öyle; bizde kısa filmci, belgeselci, uzun metrajcı ayrımı yok. Herkes aynı.

ÇV: Türkiye’deki festivallerde ciddi bir hiyerarşi var. Özellikle kısa filmciler çok dışlanmış hissediyor. Sen burada bunu kırmaya çalışıyorsun galiba?

GT: Aynen öyle. Başka festivallerde de çalıştım. Olmaması gereken şeyleri gördüm. Aynı hataları bu festivalde yapmamaya çalışıyorum.  Modeli böyle kurduk: “Bunu yapmayalım.” O kadar.

Mayıs 2025

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir