KLASİK AİLE YAPISININ SONU GELMİŞ OLABİLİR Mİ?


Bilimkurgu aleminin açık ara en verimli yazarlarından Isaac Asimov, ilk olarak The Naked Sun romanında karşımıza çıkacak Solaria gezegenini 1957 yılında tasarlar. İnsanların kolonileştirdiği birçok gezegenden biri olan Solaria başlangıçta binlerce aileye ev sahipliği yapar ancak hikayenin başladığı noktada -çok büyük bir gezegen olmasına rağmen- sadece bin iki yüz kişi kalmıştır. Fiziksel temastan nefret eden, birbirleriyle hologram aracılığıyla görüşen Solaria ahalisi geniş araziler üzerinde, robotların hizmetiyle tamamen bağımsız yaşar. Hem insan sevmezliklerinden hem de gezegendeki hassas nüfus dengesini koruyabilmek adına, Solaria’da doğum ve çocuk büyütme işi merkezi olarak planlanır ve yürütülür. Her bireyin yalnızca bir kez üremesine izin vardır. Kendisini buna hazır hisseden kişi, evindeki laboratuvarı kullanarak yumurta ya da spermini ayırır, bunu merkeze ulaştırır. Bir süre sonra kendisine sonucu bildirirler; bir kızı ya da oğlu olmuştur. Ve hepsi bundan ibarettir. Kimse çocuğunu görmeye, onu yanına almaya kalkmaz. Tüplerde geliştirilen bebekler “doğumun” ardından yönetim tarafından büyütülür. 

Ebeveyn ve çocukların içli dışlı olmadığı ve her şeyin sistematik olarak devlet / yönetim tarafından idare edildiği bu sosyal yapı Asimov’un başka romanlarında ve öykülerinde de karşımıza çıkar. Bazen dramatik karşılaşmalar ve hikaye akışları yaratmak için kullansa da yazarın bu uygulamayı doğru bulduğu ve desteklediği hissedilir. 

Ben Solaria’yı ve diğer öyküleri okuduğumda gençliğin yabani ve sıkıntılı yaşlarındaydım, Asimov’un ailesiz çocuklar temasına bayılmıştım. Solaria uzun bir süre benim için bir fantezi, bir ütopya oldu. Bundan yerli yersiz çok söz ettim. Yetişkinlerin de, çocuk ve gençlerin de yaşadığı psikolojik dertlerin neredeyse hepsinin aileden kaynaklandığını, aile olmasa ve hepimiz Asimov dünyalarında, çocuk yuvalarında büyüsek, bunu normalleştirsek çok daha sağlıklı olacağımızı savundum. 

Çünkü genç olmak böyledir, insan her şeye pratik ve kesin bir çözüm bulabileceğini sanır ve kimsenin bunu düşünememesine hayret eder. 

Oysa en azından bir adet ebeveyne sahip olmak, özellikle de hayatın ilk evrelerindeki insan yavrusu için biyolojik bir ihtiyaçtır. En ideal koşullar sağlandığında bile yanında kendisiyle ilgilenen özel biri olmayan bebekler ölüme kadar uzanan sağlık sorunları yaşar. İlerleyen yaşlarda da aynı ihtiyacın karşılanmasını ebeveynlerden arkadaşlara ve eşlere aktarırız. Asimov da Solaria halkının sosyal yapısının işlevsizliğini hissetmiş olmalı ki, devam hikayelerinde Solaria’lıların genetik değişime uğrayarak yer altına çekilmelerini anlatacaktır. 

Bununla beraber, ebeveyn ve çocuk arasındaki bu hava geçirmez yakınlık üzerine yeniden düşünme vaktimiz gelmiş olabilir. Binlerce yıldır bize iyi kötü hizmet eden aile yapısı, yani anne ve babanın çocukları koruyup kolladığı ve yetiştirdiği sosyal form ağır darbeler yemeye ve arıza çıkarmaya başlamış görünüyor çünkü. Bir nesilden diğerine aktarılan ebeveynlik bilgileriyle çocuk yetiştirilen dönemlerin sonuna gelmiş olabiliriz. Hiç inkar edemeyeceğimiz bir gerçek, son yirmi yılda insanlığın baş döndürücü hızda bir sosyal değişim geçirdiğidir. Güç dengelerinin, iletişim modellerinin, alışkanlıkların ve ihtiyaçların -olumlu ya da olumsuz- tamamen yenilendiği bir ortamda, ailenin aynen kalmasını, çocuk-ebeveyn-toplum ilişkisinde hiçbir reforma gerek olmadığını söylemek sadece boş değil, kötü niyetler de içeren bir beklenti. (Bu kötü niyete, aile ve ekonomi arasındaki sıkı bağlardan söz ederken yeniden döneceğiz.) 

“Yeni bir aile modeli nasıl oluşturulmalı?” sorusu çok geniş bir cevap alanına işaret ediyor. Düşünecek olursanız herkes şu veya bu şekilde bir ailenin parçası; ya birileri sizi yetiştirdi -belki de yetiştiremedi?- ya siz birtakım çocukların bakım vereni konumundasınız, ya da her ikisi birden. Demek ki bu, “E, canım herkes çocuğuna sahip çıksın,” diyerek kaçabileceğimiz bir sorun değil. Neyse ki, kaçmayan ve farklı çözümler üzerine çalışan pek çok insan var. 

Devam yazılarında bu önerilere de değineceğim ama önce, farklı taraflar açısından öne çıkan sorunları kısaca özetlemek istiyorum. Bu bize yeni bir aile modeline / modellerine neden ihtiyaç duyduğumuz hakkında bir netlik kazandıracak;

 

Çocuklar : 

Tam bir tablo çıkarabilmek çok güç olsa bile hemen her yaştan çocuklar ve gençlerin iç ve dış dertlerle boğuştuğunu söylemek mümkün. Çocukların bir yandan medikal ilaç (özellikle depresyon ve dikkat dağınıklığı için) ve bir yandan da uyuşturucu ve uyarıcı kullanımları dikkat çekici ölçüde artıyor. Fiziksel ve cinsel şiddet suçlarına katılımları, eğitim sürecinde zorlanmaları ve genel olarak her türden davranış bozuklukları sık gündeme gelen konular. Bu suçlamaların altında bir ortak payda olduğunu düşünüyorum. Belki de insanlık tarihinde ilk kez, bir nesil kendinden önce gelen nesillerden doğru dürüst hayat bilgisi ya da destek alamadan büyüyor. Teknolojinin zıplaya zıplaya ilerlediği bu dönem, hem ebeveynlerin hem de eğitmenlerin çocukların gerisine düşmelerine neden oldu. Çocuklar yeni teknolojilerle ve o teknolojinin sahnesi internetle yetişkinlerden çok daha organik ve yoğun bir ilişki içindeler. Yetişkinler için “öğrenilen” şeyler onlar için gündelik hayatın bir parçası bile değil, ta kendisi. Dolayısıyla bir anlamda yapayalnızlar. Herkes büyürken bir ara, “annem, babam beni anlamıyor,” diye düşünür. Bu nesil ilk kez haklı olabilir. 

 

Anneler :

Bu başlığı yazarken kişisel gözlem ve düşüncelerimin dışında bir iki örnek çalışma  koymak istedim ama üstünkörü bir arama bile o kadar fazla kaynak ortaya döktü ki bu ilk yazıda yersiz olacak diye vazgeçtim. Durumun derinliğini göstermek açısından sadece tek bir alıntı yapmak istiyorum. 2006 yılında, şehirli orta sınıf çocuklar ve anneleri üzerine araştırma yapan Dr. Suniya Luthar, annelere dair, “Bir ızdırap, ihtiyaç, yalnızlık ve yabancılaşma çığı geliyor. Dokunulduğu an patlayacak gibi,” demiş. Herhalde sözünü ettiği çığın annelerin tepesinde patladığını söylemek yanlış olmaz. Nasıl anne olunacağına ilişkin sonu gelmez yorum ve eleştiriler bir yana, çocuklarla ilgili her sorunun, her hatanın birincil muhatabı da onlar. Bunun da öngörülebilir sonuçları var. Depresyon farklı başlıklar altında anneliğin her yanına sızmış; ev hanımı annelerin depresyonu, yeni doğum depresyonu, düşük gelir grubu annelerin depresyonu, çalışan annelerde suçlulukla karışık depresyon… Sıklıkla olduğu gibi kadınların bu sorunu da kendi başlarına, fazla tantana çıkarmadan çözmesi bekleniyor. 

 

Babalar : 

Babalar başlığında enformasyon biraz daha odaksız. Bir açıdan onlar değişim dalgasından daha az hasarla hatta bazen avantajlı çıkmış gibiler. Biraz makale okuduğumda, değişen babalık imajının bazı erkekleri rahatlattığını, çocuklarına daha yakın olabildikleri ve duygularını daha rahat ifade ettikleri için iyi hissettiklerini gördüm. Öte yandan sınırlı, sınıfsal bir değerlendirme gibi gözüküyor bu. Uzun zamandır süregelen erkek / baba rollerinin hızla değişmesinin pek çok erkekte bir güceniklik ve daha önemlisi rolsüz kalma hali yarattığı inkar edilemez. 

Bu başlıkta tartışılabilecek bir diğer konu ise babasızlık. Her yerde aynı oranda olmasa da tüm dünyada boşanmalar artıyor. Erkeklerin azımsanamayacak bir kısmı için boşanma sadece kadından değil çocuktan da ayrılmak anlamına geliyor. Bunun sonucunda, araştırmalar her yıl giderek daha fazla sayıda çocuğun, giderek daha erken yaşlarda tek ebeveynli -yani anneli- bir evde büyüdüğünü gösteriyor. Babasız bir evde büyümenin  çocuklar üzerinde sosyal ve psikolojik sıkıntılar yarattığı ortaya çıkmış. Benim merak ettiğim ise bu sorunların ne kadarının annelerin tek başlarına kalmalarından kaynaklandığı. Örneğin, lezbiyen çiftlerin büyüttüğü çocuklar acaba aynı semptomları gösteriyor mu? 

 

Toplum : 

Konuyu getirmek istediğim asıl yer burası. Ebeveyn ve çocuklar arasına bazı destek sistemlerinin, sosyal yapıların, denetimlerin girmesi gerektiğine dair düşüncem, yukarıda kabaca göz attığımız sorunların geleceğe doğru katlanan olumsuz sonuçlar doğurduğuna inanmamdan kaynaklanıyor. En basit haliyle, çocukların ailelere ait olduğu, haliyle de onlardan ebeveynlerinin -ya da sadece ebeveynlerinin- sorumlu olduğu ön kabulü, yalnızca bu sorumlulukla baş başa kalan ebeveyn açısından değil, hepimiz açısından önemli problemler yaratıyor. Hem yüzeysel gözlemler hem de araştırmalar, çocuk eğitimi konusunun çatışmalı ve verimsiz bir alana dönüştüğünü gösteriyor. Çocuk dediğimiz şey, nihayetinde bir noktada toplumun ta kendisi olacağına göre, bunun bizi hiç ilgilendirmediğini sanmamız, “herkesin çocuğu kendine,” yaklaşımımız gayet riskli. 

Dolayısıyla artık yeni bir aile kavramını tartışmak gerekiyor. Bunu hem konunun değişik alanlarında çalışan uzmanların çıkarımlarını tartışarak, hem de kendisi şu anda bu sorun topağının içinde yer alan ebeveyn ve gençlerle konuşarak yapmayı düşünüyorum.

Konuk Yazar: Şebnem VİTRİNEL

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir