Sanatın İcadı


Larry Shiner, “SANATIN İCADI” isimli kitabında, 19. yüzyıla kadar sanatı toplumu aydınlatmanın bir aracı olarak gören, estetik ile faydayı bir tutan anlayışın, modern toplumun kurulma süreçleriyle birlikte nasıl hayattan kopmuş sanat /sanatçı imgesine evrildiğini anlatıyor.

Shakespeare’in oyunlarının değişmez edebiyat metinleri değil, gürültülü açık hava etkinlikleri için her defasında yeniden yazılan senaryolar olduğunu öğrenmek ya da Leonardo Da Vinci’nin Kayalıktaki Meryem tablosu için imzaladığı sözleşmede Meryem’in cüppesinin renginden, çerçeve için kullanılacak malzemeye kadar ayrıntılı bir sipariş listesi bulunduğunu okumak içinizde bir huzursuzluk yaratıyorsa siz de benim gibi, günlük dertlerden azade, deha sanatçı mitiyle zehirlenmiş olabilirsiniz.

Larry Shiner, sanatı ilahlaştıran, sanatçıyı kutsallık halesiyle çevreleyen, estetiği faydadan ayıran aydınlanma dönemini hedef alırken amacı bizi sanattan soğutmak değil. Shakespeare ya da Leonardo Vinci’nin yeteneğini küçümsemek de değil.

Ama para ve sınıf meselesini sanatın yaratımından ve takdirinden ayıran bu inanç dönüşümünün sadece kavramsal bir dönüşüm olmadığını, bu ayrımın iktidar ilişkilerinin de sigortası olduğunu söylüyor.

Politik sinemanın önemli isimlerinden Istvan Szabo da  “TAKING SIDES” filminde benzer konuları dert edinmiş gözüküyor.  Taking Sides, yirminci yüzyılın en önemli orkestra şeflerinden biri kabul edilen ve Nazi dönemi Almanya’sında iktidarla iş birliği yapmakla suçlanan Wilhelm Furtwaengler’in Amerikalı Binbaşı Steve Arnold tarafından yürütülen sorgu kayıtlarının senaryolaştırılmış bir yorumu. W. Furtwaengler’in sanatını sürdürmek adına faşist iktidara verdiği tavizler ve bu tavizlerin çarpıcı yeteneği sayesinde aklanması, kötülüğe ortak olurken ona ayrıcalık tanınması binbaşıyı öfkelendirir. Binbaşının bu büyük sanatçıya olan acımasız tavrı, onu rejimi güzelleyen bir parazit olarak görmesi ekip arkadaşlarını bile rahatsız ederken, seyirciyi de sanat ve politika ayrımının tehlikeleri üzerine huzursuz edici bir seyre sürükler.

Sanatın iktidarla ilişkisi her zaman bu kadar keskin değil elbette. Larry Shiner, sanatın ve toplumsal çatışmalardan azade sanatçı imgesinin 200 yıl önce icat edilmiş bir şey olduğunu söylerken dikkatimizi çoğunlukla bu kadar keskin olmayan dönemlere, ilişkilere çekiyor ve sanat tarihinin neden ırkçı, cinsiyetçi, sömürgeci ve sınıfsal olarak ayrımcı kavramlarla dolu olduğunu belgelerle önümüze seriyor.

Kitaptan birebir alıntı yapacak olursak şöyle diyor Larry Shiner: “Elbette modern sanat sisteminin merkezindeki inançlardan biri, para ve sınıf meselesinin sanatın yaratımından ve takdirinden ayrı olduğudur. Fakat kimi türleri güzel sanatların tinsel statüsüne ve bunların üreticilerini de imalatçılar statüsüne indirmek kavramsal bir dönüşümü aşan bir şeydir. Nitekim yüceltilen tür ve etkinliklerle, alçaltılan tür ve etkinlikler ırk, sınıf ve toplumsal cinsiyet sınırlarını pekiştirdiği zaman, bir zamanlar sadece kavramsal değişimden ibaretmiş gibi görünen şey aynı zamanda iktidar ilişkilerinin sigortası gibi görünmeye başlar… (1)

… Yüzyılın ilk yarısında, gürültülü arka sıralar (parterre) içeriye ucuz biletlerle girerek sahneyi ayakta takip edenlerin yeri olmaya hala devam ediyordu ve tüccarlar, öğrenciler, mahkeme katipleri, tezgahtarlar, serbest meslek zanaatçılar ve uşaklar tarafından dolduruluyordu. Jean Baptiste Dubos (18. Yüzyılda yaşamış bir sanat eleştirmeni) “arka sıra kamuoyunun kurallardan habersiz bir biçimde hem oyunlar hem oyun yazarları hakkında değerlendirmelerde bulunduğunu”  söylüyor ama hemen ardından da kendisinin “… alt sınıfları kamuoyuna dahil etmediğini… Yalnızca karşılaştırma yoluyla beğeni kazanmış insanları” dahil ettiğini ekliyordu. (2)

Kitap ilerledikçe insanlık tarihinin en etkili yazarlarının, filozoflarının, tarihçilerinin kaleminden bu hiyerarşik dilin nasıl ilmik ilmik işlendiğini görürüz. Bu konuda en kötü şöhretli isimlerden biri de filozof David Hume olacaktır: “Zencilerin doğaları gereği beyazlardan aşağı oldukları düşüncesindeyim. Hiç uygar bir zenci ulusu var mı?… ne yaratıcı üretimleri, ne sanatları ne de bilimleri var… Sömürgeleri bir tarafa bırakalım, Avrupa’nın dört bir yanında zenci köleler var ve hiçbir allahın kulu bunlarda bir yaratıcılık izine rastlamış değil.” (3)

“Kadınlardan hiç büyük sanatçı çıkmıyor.” argümanını güçlendirmek için kurulan cümlelere ne kadar çok benziyor.

 

1- Larry Shiner, Sanatın İcadı, 2004, Ayrıntı Yayınları sf: 26

2- Aynı. sf: 200

3- Aynı. sf:202

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir