Gilles Deleuze sinema sanatının ortaya çıkışını bir rastlantıdan ziyade bir zorunluluk olarak tanımlar. Yirminci yüzyılın kendine özgü düşünce atmosferinin dışa vurulmasında insanın zihinsel yaratımlarının imdadına yetişen bir araç.[1]
Camera obscura (karanlık kutu /iğne deliği) denen fotoğraf tekniğinin M.Ö. beşinci yüzyılda Çinli düşünür Mo Ti tarafından tarif edildiğini bilmiyorsanız afili bir laf deyip geçiştirebilirsiniz bu yorumu. Aynı şekilde modern optiğin babası kabul edilen Arap matematikçi İbn El Heysem’in de daha binli yılların başında görüntünün oluşumuna dair günümüze kadar ulaşmış çalışmaları var. Bu yüzden görüntüyü kaydetmek için neden on dokuzuncu yüzyıla kadar beklendiğini açıklamak zor. İnsanlığın hazır olmadığını düşünmek mantıklı geliyor. Çünkü Çek filozof Vilem Flusser’in de dediği gibi, görüntünün kayda geçirilmesi insanlık için, yazının bulunmasından sonraki en büyük keşif oldu.
Keskin bir gözlemci olan İbn el-Heysem, bir gün odadayken pencere panjurlarındaki küçük bir delik boyunca ışığın gelişine dikkat ettiğinde, deliğin karşısındaki duvar üzerine Güneş’in şeklinin yarım ay biçiminde düştüğünü görmüş, bu gözleminden hareketle düzenlediği deneyler sonucunda tutulma esnasında Güneş’in görüntüsünün, tıpkı dar aralıktan geçen ışıkta olduğu gibi, hilal şeklinde olacağına karar vermiştir. Aynı zamanda bu deneylerinden, ışığın düz bir çizgi boyunca yayıldığını, düzgün parlak ve beyaz bir nesne tarafından yansıtıldığını ve küçük bir aralıktan geçtiklerinde birbirlerine karışmadığını, fakat üstten gelenlerin alt, alttan gelenlerin ise üst tarafa doğru uzayarak yeniden biçimlendiklerini gözlemlemiştir. Böylece ortaya çıkan görüntünün daha da netleştiğini görmüştür. Onun bu deneysel sonuçları, fotoğraf makinasındaki karanlık odanın keşfine giden yolu açmıştır.[2]
Ama görüntünün kayda düşürülmesi yani fotoğrafın icadı için 800 yıl beklenecekti.
1827 yılında ilk fotoğrafı çeken isim olarak kayda geçen Joseph Nicephore Niepce, İbn El Heysem’in yüzyıllar önce denemelerini yaptığı camera obscura denen bu optik aleti kullanmıştı. Camera obscura (karanlık kutu /iğne deliği) bilim adamları ve ressamlar tarafından sekiz yüz yıldır bilinen, kullanılan bir aletti. Ama fotoğrafın icadı için bir şeye daha ihtiyaç vardı. Yansıyan sureti kaydedecek maddeyi bulmak. İşte Niepce bu maddeyi bulmuştu. Bitumen adı verilen asfalta benzer madde güneşe maruz bırakıldığında kuruyordu. O koşullarda herhangi bir görüntüyü elde edebilmek için saatlerce pozlama yapmak gerekiyordu. Niepce de öyle yapacak, kayıtlara ilk fotoğraf olarak geçecek kareyi çekmek için neredeyse sekiz saat kayıt cihazını açık tutacaktı.
Camera obscura (karanlık kutu, iğne deliği) fotoğraf makinasının bilinen en basit halidir. Karanlık kutuda bir objenin görüntüsünün oluşturulma mekanizması şu şekilde işler: Işık sızdırmayacak şekilde kapatılmış bir kutunun bir yüzüne küçük bir delik açılır. Kutunun dışındaki objeden yansıyan ışık delikten geçer ve kutunun içindeki deliğin karşısındaki yüzeyin üzerinde objenin baş aşağı dönmüş (ters) görüntüsü oluşur. Bu yöntemde deliğin çapı küçüldükçe oluşan görüntünün keskinliği (yani netliği) artar, ancak delikten giren ışığın şiddeti düşük olduğundan görüntü çok belirgin değildir. Hem net hem de belirgin bir görüntü elde edebilmek için deliğin olduğu yere lens (mercek / objektif ) konulmalıdır.
Çok abartılı bir ifadeyle, görüntünün oluşması için lense ihtiyacımız olmadığını söyleyebiliriz. Teknik olarak bir delikte aynı işi görüyor. Işığı kontrol edebilmek, daha net görüntüler elde edebilmek için lensleri kullanıyoruz.
Işık, bir ortamdan yoğunluğu farklı bir ortama geçerken hızını ve yönünü değişir. Buna kırılma denir. İşte ışığın bu fiziksel özelliği merceklerin görüntü oluşturmasını sağlar.
Boşlukta ışığın kırılma indisi 1 iken, su içinde ışığın kırılma indisi 1.3’tür (yani ışık boşlukta, sudakinden 1.3 kez daha hızlı yol alır.) Sinema ve fotoğraf objektiflerinin kırılma indisi 1.5 dolayındadır… Bir objektifin yapısı, üç boyutlu bir nesneden gelen ışıkları, onun görüntüsünü belirli bir formata (tam kare formattan akıllı telefonlara kadar) sığacak kadar küçülterek, iki boyutlu bir yüzeye, görüntü düzlemine ( bir kameranın görüntü düzlemine) yansıtması için kıracak şekilde tasarlanır. Bu da demektir ki iki boyutlu ortamlarda izlenecek görüntüler alınırken, ne kadar pahalı ve teknik açıdan ne kadar gelişmiş olursa olsun, bütün objektifler yapısal olarak kaçınılmaz biçimde çarpık görüntüler oluşturur. (3)
[1] Gılles Deleuze’de imge hareketi olarak sinemanın felsefesi, Özcan Yılmaz Sütçü, Es yayınları, Sf: 57-58
Gilles Deleuze’un sinema felsefesi metinlerine giriş niteliğinde değerli bir kitap. Bu alıntının yapıldığı bölümde john Berger ve Tarkovski’nin aynı konuyla ilgili görüşleri de yer alıyor.
[2] İBN EL-HEYSEM, Prof. Dr. Yavuz Unat, Sercan Palavan, Muhayyel yayıncılık, Ocak 2020 sf:88-89
[3] Objektifin Dili, Gustavo Mercado, Hil Yayın, sf:21